Büyük bir tutkuyla başlayıp zaman içinde enerjisi sönümlenen aşklar...
Devinimin yok olmasıyla beraber tarihe karışan tutkular...Prof. Dr. Tolga Yarman'ın, "Termodinamiğin İkinci Yasası ve
Sevgililiklerin Pörsümesi" adlı yazısı enerjiye dair bilinen en temel
kurallardan birinden yola çıkarak ilişkilere nefis bir yaklaşım sunuyor...
(Yazar: Prof. Dr. Tolga Yarman)
TERMODİNAMİĞİN İKİNCİ YASASI VE
SEVGİLİLİKLERİN PÖRSÜMESİ
Termodinamik, “ısıl devinim” demek... Çok kabaca “ısı” ve “hareket” (devinim)
arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalı...
BİRİNCİ YASA
Termodinamiğin “iki temel yasası” var. Birinci yasa, “enerjiyi koruma”
yasası. İlk kez, Lavoisier tarafından 18. yüzyıl
ortalarında şöyle varedilmiş:
-Hiçbir şey vardan yok olmaz. Hiçbir şey yoktan varolmaz.
Sözün aslı Fransızca. Türkçe’ye çevirisi şöyle:
-Hiçbir şey kaybolmaz, hiçbir şey yaratılmaz.
Gerçekte sözün Fransızcısında fiiller işteşlik hallerinde çekiliyor.
“Kaybolmak” fiilinin dilimizde işteşliği yok ama, bu fiilin yerine eşanlamlı
“yitmek” kelimesini kullanırsak, bunun işteşliği “yitişmek”
olur.
“Yaratmak” veya “yaratılmak” fiillerinin işteşliği de dilimizde yok.
Yitişmek, “karşılıklı yitmek” olduğu kadar, “kendi
kendine, kendi başına yitmek, kaybolmak” demek olmakta.
Türkçe’mizde işteşlik türetme kuralı basit. Şu var ki, işteşlik türetelim
derken bir bakıyorsunuz, mana tamamen değişmiş... Örneğin, “bitmek” fiilini
ele alalım. “Bitişmek”, “bitmek” fiilinin işteşliği olarak düşünülürse, o
zaman “kendi kendini bitirmek” ya da işteşliğin
diğer kullanım alanında, “birlikte bitmek” olarak anlaşılabilir.
Oysa “bitişmek”, güncel kullanımda “uçuca gelmek”
demektir.
O halde, anlam fanteziyle zorlanırsa, “bitişildiği” yani “birlikte yok
olunduğu” zaman, “uçuca geliniyor” olmaktadır. Ya da “uçuca gelip
bitişildiğinde” fantezimizde demek ki, “birlikte yok olunmaktadır”...
Lavoisier’nin sözünün Türkçesizde, “kaybolmak” ve
“yaratılmak” fiillerinin önlerine, “kendi kendine” ya
da “kendi başına” belirlemelerini, “işteşliği” fransızcadan
çevirmek üzere eklersek, anlam bozuluyor ve tartışmalı oluyor. “Hiçbir şey
kendi kendine yaratılıyor olmuyor” ama o zaman “yoktan var etme” anlamındaki
“yaratma” fiili ve bunun öznesi “mutlak bir yaratıcı”, mantıkta “mümkün”
olarak, bir bakıma ilan ediliyor.
Sözü bunca uzatmanın nedeni, Lavoisier’nin
dediğinin “metafizik” bir tartışma konusu yapılıyor olması... Günümüzde de bu
böyle... “Hiçbir şey yoktan yaratılmaz” dediğimiz zaman, saygı duyulmak
gereken inançları ihlal ediyorsunuz sanki... En azından böyle
anlaşılabiliyorsunuz...
Bu hususu, özellikle belirtmek durumunda buluyorum, kendimi. Gerek
derslerimde, gerek konuştuğum toplantılarda, “Enerji Korunumu Yasası”nı
anlatırken Lavoisier’nin sözünü açıkladığımda, has
inanç sahibi kimi gençlerimizin, boşluğa itildiklerini, anlaşılır dirençler
ve alınganlıklar gösterdiklerini izliyorum.
Oysa Lavoisier sözünde tartışma konusu yapılmak
istenen “inançlar” değildir. Esasen metafizik anlamda “yaratmak” ve bunun
öznesi “yaratıcı”, bilim alanının dışındadır. O konuda, bilim adına herhangi
bir şey söylemeye mezun değiliz.
Bilim, anlattığım açıdan, “yaratılmaya inanmak ve inanmamak” tavırlarına
“simetrik” bakar. Çünkü bu eylemler, dediğim gibi, bilim dışındadır. Her
ikisi de bilim ötesidir ve (birbirlerine dönük saygıda kusur etmemeleri
koşuluyla), eşsaygıyla karşılanır.
“Enerji korunur” demek “evrendeki enerji hacmi” (çeşitli enerji halleri
arasında dönüşüm olsa da), gerçekten “değişmez” demektir.
Böyle bir bağlamda, “vardan yok olmak ve yoktan varolmayı”, “varken yok olmak
ve yokken var olmak” ile karıştırmamak gerekir. Evrenimiz belki yokken (ona
eşdeğer bir enerjinin dönüşümü uzantısında) var olmuştur (ya
da var olmaya koyulmuştur). Bu süreç fazla olarak “tılsımlı” denebilecek bir
“üst mekanizma” içerebilir. Ne ki, dünyamız ve hepimiz (yokken var olmuş
olmakla beraber) bugünki düşüncemize göre (hiç)
yokken, var olmuş değilizdir.
Güncel dilde ise “yaratmak” fiilini, söz gelişi moda kreasyonundan (creation) bahsediyorsak, “yoktan” değil “yokken” var
olmak anlamında kullandığımızı anımsayabiliriz.
ENERJİ NEDEN KORUNUR?
Herşey “enerji” de ondan. “Kütlenin enerji
eşdeğeri” , “enerjinin kütle eşdeğeri” bulunuyor. “Hiçbir şey yoktan var
edilemiyor, hiçbir şey de vardan yok edilemiyor” ise, “enerji korunuyor”
demektir.
Başka türlü bir gelişme düşünemiyoruz.
Evrende bildiğimiz kadarıyla, açısal momentum (açısal devinim tartanı),
elektriksel yük gibi, başka kimi büyüklüklerle de korunuyor.
Niye böyle? Kestirmeden açıklaması, inanın kolay değil...
Neyse, gelelim termodinamiğin ikinci yasasına...
İKİNCİ YASA
İkinci yasa, birinci yasadan daha zor anlaşılır bir yasadır. Bu yasaya
kestirmeden “enerjinin kullanılabilirliği yasası” da diyebiliriz.
Belli bir enerjinin bir halden başka hallere dönüşse dahi, korunuyor olması onun
ne denli “kullanılabilir” olduğunun ölçümünü belirlemiyor. O nedenle enerji
korunumu yasasını tamamıyla ya eldeki enerjinin ne
ölçüde kullanılabilir olduğunu belirleyecek ikinci bir yasaya ihtiyaç duyar.
“Termodinamiğin ikinci yasası” işte bu aşamada şekilleniyor.
Belli bir miktar enerjiden ne ölçüde “yararlanılabileceğini” belirlemek üzere
o enerjinin içinde olduğu bir “sistem” tanımlamak gerekiyor. “Sistem”
tanımlanınca, tabii sistemin “içi” ve “dışı” oluyor; sistemin içinin ve
dışının özellikleri gündeme geliyor. Bu özellikler arasındaki karşılıklı
ilişki, sistem içindeki enerjinin ne miktarda “kullanılabilir” olduğunun
ölçütünü sağlıyor.
Kabaca sistemin içerisi ile dışarısı arasındaki “enerji-akış-yokuşunu”, makro
düzeyde “sistemin içiyle dışının sıcaklıkları” arasındaki “fark” belirler.
“Sistem sıcaklığı” ile “sistemin dışının sıcaklığı” aynı ise o zaman “yokuş
eğimi” sıfır demektir. Bu durumda sistemin içiyle dışı arasında bir fark,
dolayısıyla bir enerji-akış-yokuşu yoktur. Böyle olunca da, sistemin içinden
dışına net olarak, enerji akamaz.
Termodinamiğin ikinci yasası, ilkinden daha derin ve daha gizemlidir. Bu yasa
çerçevesinde “makroskopik bir düzen büyüklüğü”,
yani “entropi” tanımlanır. Düzen büyüklüğü ya da fonksiyonunun, mikrodünya
ile ilişkilendirilmesi, “istatistik termodinamiğin” bir baş konusudur.
“Düzen fonksiyonu” (yani entropi) ile ilgili temel
bir belirleme, kapalı sistemlerde bu fonksiyonun yükselecek olmasına, yani
“düzensizliğin artmasına” ilişkin belirlemedir.
Diğer bir deyişle, “kapalı bir sistemde düzensizliğin artması kaçınılmazdır”.
Böyle bir sistemde enerji korunsa da, gitgide daha az kullanılabilir hallere
dönüşecektir.
Yani, kapalı sistemlerde “enerji çürür”; korunur ama değersizleşir.
Termodinamiğin, dolayısıyla evrenimizin çok vahşi, çok acımasız bir yasasıdır
sanki bu...
İçinde olduğumuz evren, haliyle kapalı bir sistemdir. Eğer evrenin dışında
bir şey düşlüyorsanız, o zaman bunu da içine alan üst ve kapalı bir evren
tanımlamanız mümkündür. Nihayette, üst ya da en üst
evren “kapalı bir sistem” oluşturacaktır. O halde burada enerji korunsa bile,
geriye dönüş olmaksızın, gitgide çözülecek, bozunup çöpleşecektir.
Yuvarlak yirmi milyar kadar önce meydana geldiğini düşündüğümüz “büyük
patlama” uzantısında, anlattığımın hangi aşamalar sürecinde gerçekleşegittiğini önceki yazılarımda ara sıra dikkate
getirdiğim anımsanabilinecektir. (editörün notu: Bu
yazılar elimizde mevcut olmamakla birlikte, yazının bütünselliğine müdahalede
bulunmamak adıan bu cümleyi aynen yayınlamayı tercih
ettim)
Evreni bütün halinde “kapalı bir sistem” olarak düşünüyoruz, ama bu
“büyük-kapalı-sistem” içinde elbette birçok “açık sistem”
tanımlanabilecektir. Örneğin Dünya açık bir sistemdir. Özellikle güneşten
enerji alır. O nedenle de, dünyamızda, tabiat ana oluşabilmiş... “Toprak”;
bitkiler ve canlılar olarak görkemli şekilde “ayağa kalkabilmiş”, bir anlamda
yücelmiştir.
Önceki yazılarımda, söz konusu sürece dönük olarak:
-Doğa kaostan düzenlilik üretiyor diyegeldiğim,
hatırlarda olabilecektir.
İKİNCİ YASA VE SEVGİLİLİK
Bütün bunlarla “sevgililiğin” hele “sevgililiğin pörsümesinin” ne ilgisi var
diyeceksiniz.
Sevgililik, sevgililer arasında olağanda olmayan bir çekim, dolayısıyla bir
“enerji-ve-bilgi-akış-yokuşunun” oluşumunu işaret ediyor.
“Enerji ve bilgi” dedim. Beki “bilgi” yanı sıra, ayrıca “enerji” demek
gerekmez. Çünkü bilgi belli bir enerji dizinidir.
Sevgililer ayrı ayrı, birer “açık sistem”dirler.
Ama “sevgililik” ne yazık ki, esas olarak bir “kapalı sistemi” işaret ediyor.
Sevgililer arasındaki beyinsel ve tensel bilgi ve enerji akışı, sevgililik ne
kadar yoğunsa, o kadar iştahlıdır. Ne ki karşılıklı beyinsel ve tensel “bilgi
hazneleri” sonlu, hatta hayli sınırlıdır. Bilgi ve enerji akışı, karşılıklı
bilgi haznelerini boşalttıkça, sevgililer arasındaki “bilgi-akış-yokuşu”
yenmeye, düzlemeye, bitmeye geçer.
Gerçi beyinler, ayrı ayrı olarak ya da beraberlikten beslenmektedir. Bu sayede de,
sevgililer arasındaki çekim beslenmektedir. Ama “beslenme hızı”, “tüketme
hızından” çaresiz daha düşük kalmakta; neticede sevişen çiftler arasındaki
enerji-ve-bilgi-akışı-yokuşu, kaçınılmaz olarak örselenmekte, düşegidip yokolmaktadır.
Hele tensel cazibenin, bilgi akışının,öğrenmeyle iyice yavaşlayıp,
cılızlaşması sonunda “kabak tadı” verip kuruması, termodinamiğin ikinci
yasası gereği, ne yapalım ki bir yazgıdır.
Bu nedenlerle demin “sevgililiğin” esas olarak –yazık ki- bir “kapalı sistemi
işaret ettiğini” ifade ettim.
“Sevgililik”; kısaca çiftlerin karşılıklı çekim sürecinde “öğrenme” ve daha
da derinde “keşfetmek” eylemlerini kapsar. Tabii “paylaşma” eylemini de
kapsar. Ama “paylaşma” fiili burada “öğrenme” ve “keşfetme” fillerine göre,
sanki ikinci bir düzlemde kalmaktadır. O kadar ki, “paylaşma” fiilini
incelememiz çerçevesinde “öğrenme ve keşfetmeyi paylaşma” olarak açıklamak
yerinde görünmektedir.
“Öğrenme” daha da derinde “keşfetme” fiilleri itibariyle, tıpkı
termodinamikte olduğu gibi bir “sıcak kaynak” bir de “soğuk kaynak”
gösterebiliriz. Andırımımızda sıcak kaynak
öğrenilecek “bilgi haznesi”dir. Soğuk kaynak ise, “öğrenen”, öğrenerek bilgi
haznesini dolduran “özne”dir.
Nasıl ki termodinamikte ısı, sıcak kaynaktan soğuk kaynağa doğru akarsa,
bilgi de bunun gibi “sıcak” olarak niteleyebileceğimiz bilgi haznesinden,
bilgiyi öğrenecek olan öznenin, nisbeten “soğuk”
(denilebilecek), bilgi haznesine akar.
Nasıl ki termodinamik olarak, sıcak kaynak sıcaklığıyla, soğuk kaynak
sıcaklığı arasındaki bir fark (yani bu iki kaynak arasındaki ısı akış
yokuşunun) olmaması halinde, söz konusu kaynaklar arasında ısı akışı
olmamaktaysa... Bunun gibi “alıcı” ve “verici” bilgi hazneleri arasında,
“öğrenme” fiilini harekete geçirecek bir birikim farkının bulunmaması
durumunda, bu hazneler arasında bilgi akışı olmaz; bu daha önce varsa da,
durur.
Sevgililikte, iki sevgilinin, her ikisi de ayrı ayrı,
hem etken hem edilgen olarak beyinsel, bedensel ve tensel bilgileri sevdiceğe iletirler. Aynı zamanda, sevdicekten
kendilerine beyinsel, bedensel ve tensel olarak yayılan bilgi işaretlerini
kaydederler.
Termodinamik olarak demek ki, sevgililerin her biri, ayrı ayrı
ve aynı zamanda, hem “sıcak kaynak” hem “soğuk kaynak” gibi
davranmaktadırlar. Aralarında karşılıklı olarak birinden ötekine, “iki”
bilgi-akış-yokuşu vardır.
Dediğim gibi, karşılıklı bilgi akışıyla, bilgi-akış-yokuşları eğim kaybedegittikçe sevgililik tavsamakta, bıkkınlık başgöstermektedir. Hele uyumsuzluk ve anlaşmazlık bir
biçimde boy göstermişse, hırpalanma süreci hızlanmakta, sevgililik bitmeye
koyulmaktadır.
Çiftlerin birinden ötekine olan bilgi-akış-yokuşunun eğimi, ikincinin ilkine
olan bilgi-akış-yokuşunun eğiminden daha dik ya da
daha basık olabilir. O zaman yokuşlardan basık olanı, dik olanına oranla,
genelde daha çabuk yatıklaşıp düzleşecektir. O
zaman da, iki sevgiliden biri, ötekinin sevgisinin sürmesine karşın, artık
sevemez olacak; sevgililik pörsümenin ötesinde, acılar getirmeye
başlayacaktır.
Anlattıklarım düz arkadaşlıklar için de geçerlidir... Hatta önderler ve
uluslar için de geçerlidir.
Artık söyleyecek bir şeyi kalmayan lider, “yavanlaşan önerileri” ile,
“toplumun bilgi haznesi” de “termodinamik bir bilgi haznesi” olduğundan,
gözden düşmeye başlar.
Buna karşılık ölümlerinden sonra uluslarıyla “termodinamik bıkkınlık
süreçlerine” sürüklenmemiş, tam tersine yaptıkları ve söyledikleri ile hala,
önderlik sürdürebilen liderler de vardır. Yeni nesiller, çünkü, eskiler kadar
onlardan, doyasıya öğrenmeye hazırlardır.
Sanatçılar veya aktörler ile uzaktan ilişkimizde, veya birmüzik
parçasına duyduğumuz beğeninin seyir kökeninde de, termodinamiğin ikinci
yasasının egemen olduğunu görmek ilginçtir. “Beğeninin” söz gelişi bir müzik
parçası zemininde, “doygunlukla” tavsamaya kayması, bilgi-akış-yokuşunun bücürleşegidip, hımbıllaşmasının bir sonucudur,
özellikle...
Sevgili olup, sevgililiğin eskisi kadar tadını çıkartamıyorsanız, sakın
sevgilinize kızmayın. Kızılacak olan termodinamiğin ikinci yasasıdır! Hem bir
söz var, onu da anımsayın:
-Aşık olmak ikinci kez, ilkinden daha tatlıdır. (Love
is lovelier the second time around.)
Öyle, çünkü, anlattıklarım uzantısında işte, “deneyimli aşık” şimdi hem daha
yoğun sevebilecek, hem de sevdiceği, daha derinden
öğrenmeye yönelebilecektir. Sevgililikteki bilgi akışının, bu kez öncekinden
daha uzun ve yoğun olması, dolayısıyla da, sevgililiğin daha zor tükenecek
olması beklenir.
Gördüğümüz gibi, bilim adamı, en azından sevgililikte kolayca söylenebilen
sözleri, nasıl da zorlaştırıp çapraşıklaştırıyor!...
Yine de, doğrusu biraz daha ileri gitmek istiyorum.
“Fazla nazın aşık usandırması” da, özellikle “kanıksama” boyutu itibariyle,
termodinamiğin ikinci yasasının bir tezahürü olarak görünüyor, bana...
Burada tabii “naz yapanın”, “aşığın” öğrenme ve keşfetme iştahına, nazdan
dolayı ket vurması olayı da var, ama... Dikkat edilirse, sonuçta, öğrenme
fiilinin naz yoluyla pratikçe hasar görmesinden dolayı, sevgililer arasındaki
bilgi-akış-yokuşu tıkanıp çözülüyor ve haliyle sevgililiği yaralayıp
tüketmeye geçiyor...
Yani, yine bir bakıma ikinci yasa, hükmünü icra ediyor.
Aynı şekilde, ilerleyen yaşlarda aşık olmak zorlaşıyor. Çünkü aşık olmak fiiliöğrenilip “kanıksanmış” oluyor. Aşık olmanın, başka
bir deyişle beyne ve bedene yeni olarak öğreteceği pek fazla da bir şey
kalmıyor.
Olayın, psikoloji ve fizyoloji boyutunda tabii, pek çok vechesi
var. Nedir ki, kökte işte, termodinamiğin ikinci yasası gibi, bir mekanizma,
belirleyici olmakta...
SEVGİLİLER KADAR ÇOK YAŞAYAN
SEVGİLER!...
Sözlerimi, sevgililiklerini alabildiğince sürdürebilmek isteyenler için,
birkaç “termodinamik öneri” ile tamamlayayım:
*Bilgi-akış-yokuşunu beslemek üzere, sevgiliden ayrı olduğunuz zaman,
“öğrenmeyi” muhakkak sürdürün. Kendinizi geliştirin, zenginleştirin.
*Sevdiceğe de böyle davranması için yardımcı olun.
*Yaratıcı olmaya çalışın, mümkünmertebe çok
“fantezi” üretin.
*Sürpriz yapın. Daima sürpriz yapabileceğiniz hissini, sevdiceğe
yansıtın.
*Sırlarınız olsun. Böyle olduğunu, sevdiceğiniz
bilsin. Ama bu sırları ona mümkün mertebe, zor aktarın. Onun “merakını dinç
tutmak”, ikinci yasayla savaşırken önem taşımaktadır.
*Herhalde bir şekilde, bir yerlerde, sevgilinin varolduğunu bileceği,
“gizemli” bir şeyler, bir “meçhul” oluşturup, yaşatmaya bakın.
Önemli olan sevgililiğin karşılıklı bilgi-akış-yokuşlarını, “miskinleşme”
illetinden korumak ve payandalamaktır. Yine de
yazık ki, tüm evreni pençesine almış görünen termodinamiğin ikinci yasasından
kaçış yoktur.
Sevgililer de, evrendeki “toplam enerji” gibi pörsüyüp, çürümeye mahkumdur.
İki sevgili çıksa da, keşke, termodinamiğin ikinci yasasını çürütse!...
Yine de, şöyle veya böyle, sevgililer kadar çok yaşayabilen sevgiler vardır.
Onlardan birini yakalayabiliyorsanız, harika!...
Prof. Dr. Tolga Yarman
Cumhuriyet Bilim Teknik, 31 Ekim 1992
|