Saçma diyorsan bu yazıyı okuma , çünkü okuduktan sonra sende
saçmalayacaksın .
Beş türlü ispat
sunacağım .
a-) Matematiksel İspat .
b-) Fiziksel İspat .
c-) Psikolojik İspat .
d-) Ontolojik ( Metafizik ) ispat
e-) Epistemolojik ( Dini ) ispat
Matematiksel ispat
Üç türlü sayı vardır
. Tamsayı , rasyonel sayı , irrasyonel
sayı . Bu üç farklı bilgini olduğunu ispatlar .
Bir şeyi sayabiliyorsan bu
fiziksel dünyadır . On tane koyun
, 10 tane boncuk . Bu tam sayıdır .
Bir şeyi ölçebiliyorsan bu
hayal dünyasıdır . On Kilometre 70 cm lık
adımla 14285 ile 14286 adım
arası eder. Bu Rasyonel
sayırdır. Bu adım sayısı 14285 ve 14286 sayısından daha gerçektir . Demek hayal
fiziksel dünyayı kapsar ve daha doğrudur.
Bir şeyi değiştirebiliyorsan bu inanç dünyasıdır . 100 m mesafenin
önce 50 m sini sonra kalan 25 m sini sonra 12,5 cm sini sonra 6,25 cm sini
sonra 3,125cm sini Koşan koşucu hiçbir zaman , her zaman koşacak bir mesafe
olacağından 100 m koşamaz eyer hayal dünyası (Rasyonel ) dışında İnanç (
İrrasyonel) dünya olmasa .
½+1/4+1/8+1/16+1/32+1/64+1/128+1/256 .......+ ... + = 1 sonsuza kere tekrar ederse . Bu hayal edilemeyen dünya İrrasyonel dünyadır ve hayalden daha
gerçektir, bir dairenin çevre uzunluğu kadar .
Gerçek olan inandığındır , maddi dünya değil .
Fiziksel ispat
Gözlediğin
şeyler maddi dünyadır . Örneğin elektronu , ışığı gözlersin . Miktarını
tespit edersin , davranışlarını incelersin .
Işık bazen parçacık
bazen dalga gibi davranıyor dersen bu hayal dünyasıdır. Parçacık fiziği
(Kuantum mekaniğini ) maddenin gözlemci
tarafından etkilendiğin ispatlar .
Örneğin tek bir elektron , tek bir ışık fotonu her yerde vardır ve ona
bakıncaya kadar her delikten aynı anda geçer yani dalga gibi davranır. Bu hayaldır ve maddi dünyadan daha gerçektir
, aksını savunan yalancıdır .
Enerji sonsuz olasılıktan
, maddeye dönüşürken değişmez özelliği olan maddi paracıkların ortaya çıkması
yasaların gerçekliğini konusunda kimseyi kuşkuya düşürmez . Fizik yasaları
maddi ve hayal dünyasından daha
gerçektir. Öyle olmasa düzenden , mantıktan söz edilemezdi . İnandığımız fizik
yasaları değişebilir tarih bunun ispatlar fakat bilemeyeceğimiz ( İrrasyonel) gerçek fizik yasaları değişmez . Böyle bir yasanın
varlığına inanmadan düşünmek imkansızdır . Yaratıcıya da inanırsan fizik
yasaların değişeceğine de inanırsın.
Ne imiş ; inandığın (
anladığın ) gerçekmiş gördüğün değil .
Psikolojik ispat
Ve beynin hayalle gerçeği bir birinden ayırt edemez. Bilgisayarın işlemcisi verinin hard
diskten mi , flaş bellekten mi , Internet’ten mi geldiğini bilemediği gibi . Beyin gözden gelen ışık sinyallerin
yorumlarken ve daha önce hafıza kaydedilmiş bilgi kullanarak rüya görürken ayni
duygulanım yaşar.
Veya fiziksel dünyadan çok beyine ulaşan verinin
yani hayalın daha gerçek olduğunu
gösterir. Verinin yanlış yorumlanması ihtimali bu gerçekliğin ispatıdır çünkü
doğru olan yanlış , yanlış olan doğru hayal aleminin gerçekliği ile mümkün
olabilir. Hayal bölmektir .
Hipnoz edilen birine soğanı
elma diye yedirirken göz yaşı akıtmaz ama elmayı soğan diye yedirirken göz
yaşını akıtır. Eline sigara dokundurdum
diye kalem dokundursan sigar yanığı gibi derinin üzerinde izi çıkar. İnancın hayalden üstün olduğu gerçeği ,
dilin varlığın ta kendisi olmasından kaynaklanır.
Başarmaya İnanırsan ancak ,hayaller gerçek
olur.
Metafiziksel ispat
Batini
( Ruh ) , Berzah (Nefis) , Zahiri (Beden)
olmak üzere uç alem vardır .
Fonksiyonel anlamda bileşim
dilinde ; Batini ( İsim, Ruh) İletken , Berzah (Yazılım, Nefis) Yarıiletken ,
Zahiri ( Donanım, Beden) ise Yalıtkan maddedir.
Yarıiletkenin maddenin
özelliği bir başka uçtan çok zayıf elektrik
verildiğinde cismin elektrik
iletmesi diğer durumda o cismin
yalıtkan olarak davranmasıdır . Bu
özellikten faydalanarak bilgileri çok küçük alanlara , çok hızlı bir şekilde
kaydedip veya çok az enerji ile iletip
, istendiğinde de çok hızlı bir şekilde geri okunarak , büyük miktarda
bilgiye hükmedilir. Bu sayede bileşim teknolojisi Medya ve Internet gibi hayal
dünyasını ortaya çıkarmıştır.
Canlı organizmada Ruh
ile Beden arasındaki iletişimi nefis
sağlar . Nefis hayaldır ve bedene hükmeder bu olmasa yaşam mücadelesi olmaz .
Hayal maddeye hükmeder dolayısı ile üstündür ve onu kapsar. Nefis , maddeyi bölüp , birleştirerek , ona
hareket veren unsur olduğu için daha
gerçektir.
Nefsi harekete geçiren
unsur dil ile ona öğretilen isme olan inancıdır.
Örneğin : Çay toksin gidericidir ve
sağlığa çok faydalıdır . Kahve beyni uyuşturur ve
insanı hasta eder. Tıbben de bu ispatlanmıştır (Amerikana en çok satan Mucize beyin kitabından ) . Kralın bir kahve
içermiş ve sürekli hasta iniş bir gün doktorlar kahve yerine çay içmesini
tavsiye etmişler, o günden sonra kral çok sağlıklı bir şekilde uzun ömür sürmüş
.
Şeytan size bazen zamanda ileri gitmenin , belli bir
mekanda maddeyi dondurarak yada Işık
hızında yolculuk ederek mümkün olduğunu
ama geçmişe gitmenin mümkün olamayacağını bunu Tanrı için bile zor olacağı şeklinde vesvese verse. Bir gün yokçuluğa
çıksanız ve elinizdeki bilet tarihinden gittiğiniz yere üç gün öncesinden vardığınız
anladığınızda nasıl şok yaşarsınız . Hafızanız sizi yanıltmadığına
eminseniz ve bunu doğrulayan başka
şahitlerinizde varsa bir daha size geçmişe gidilemeyeceğine dair vesvese
gelmez .
Kuantum fiziği alanında yapılan
deneyler düşüncenin gelecek ve şu anı değil , geçmişi de değiştireceğini
ispatlanmıştır.
Gerçek , hayalin belirlediği dünyayı
değiştiren inançtır.
Dini İspat
Hayal
maddeden daha gerçek olmasa puta tapan insanlar olmazdı . İnanç (dil ) hayalden
daha gerçek olmasa vahiye de gelmez tek tanrıya inananda olmazdı.
Web sayfaları yazı , yazı fontu , resim , sayfa düzeni ve
yazılım kodları gibi bilgiler içerir . Bu veriyi okuyacak yazılım yalnız
yazıları okuyabileceği gibi , resimleri
de gösterebilir , Daha iler giderek Java gibi kodları yorumlayarak datayı canlı
bir varlık haline getirebilir . Kutsal
Kitapları okuyan ruh seviyesi gelişmiş insanlar onu konuşan varlık olarak
algılarlar.
Amerikan Patent
Dairesi Başkanı'nın 1895 yılında söylediği bir söz var. ... “
Osmanlını rasathaneyi topa tutarak yıktırması (
Tarih-i
Ebu’l - Faruk’da verilen bilgi bunu destekler. Orada aynen şöyle deniliyor:
‘Biraz evvel kuyruklu yıldız çıkmış idi ; 986’da veba zuhur etti. Pek çok adam
kırıldı. Mihrimah Sultan, Şeyh-il İslâm Hamid Efendi, Piyale Paşa bunlar
meyanında idi. Halkın da şikâyeti çoğaldı. Saray’daki mühtediler (İslâma
geçmişler, M.İ.) bundan istifade ettiler.” Sf. 311
“Mühtediler
bu rasathaneyi vesile-i tezvir ittihaz ettiler (yalan bahanesi saydılar, M.İ)
her nerede böyle bir rasathane inşa olundu ise, neticede felâket vaki olduğunu
güya emsali tarihiye ile isbat etmeye kalkıştılar. Kuyrukla bunun mukaddematı
(öncüleri, M.İ.) olduğunu iddia ettiler. Padişah korktu rasathanenin yıkılıp
mahvedilmesini emretti.’”. Sf. 312
Demesi , Takiyeddin,
‘Sidrâtü Muntehe’l-Efkâr’ adlı Zic’inde İstanbul’daki rasat faaliyetlerine on
beş yardımcısı ile birlikte 1573 yılında başladığını belirtmektedir. Buna göre
rasathâne, çalışmaların başladığı 1573 yılından, yıkılış tarihi olarak herkesçe
kabul edilen 4 Zilhicce 987/ 22 Ocak 1580 tarihine kadar rasat faaliyetlerini
sürdürmüştür.” )
Baş örtüsüne karşı çıkan mantık aynı mantıktır. Bu irrasyonel sayıyı tam
sayı zannedip , rasyonel sayının irrasyonel sayıdan daha üstün olduğun iddia
eden şeytanın aldanması gibidir . Pi sayısı değer için onluk sayı
sisteminde bazı Hıristiyanları 3 olduğunu iddia etmesine benzer. Baş
örtüsü 3.14 diyen muhafazakarlara , Atatürk’ün cevabı 355/113=3.14159292 ve Pi=3.141592654 sayısı için çok daha gerçektir , olurdu.
Karmaşık ( Sanal) sayılar, gerçel sayıların bir
genişlemesidir . Karmaşık sayılar kümesi, gerçel sayılar kümesini kapsar.
Karmaşık sayılar biri gerçel biri sanal olmak üzere iki kısımdan oluşur. Bütün
karmaşık sayılar a ve b birer gerçel sayı olmak üzere, a
+ bi biçimde yazılabilir. Burada i, x2 = - 1
Sofiler aklın ötesine
giderek , sanal sayının oluşturduğu sonsuz bilgi alemini büyük zevkle seyre dalmışlar , doğa üstü olaylara gözlemlemişler ve metafizik deneyimlerini
hal dili ile izah etmeye çalışmışlardır . İnsan bütün sırları barındıran özdür.
Bilginin gerçekliği, görenin (okuyanın) gerçekliği kadardır.
19 / 3
/2010
Yalçın Kibar
http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=21438&y=DucaneCundioglu
Bu
kaçınılmaz. Çünkü eser ile müessir arasında olduğu gibi, örümcek ile ağ
arasında da diyalektik bir ilişki var. Eser sahibi eserinin mahiyetini nasıl
etkiliyorsa, eser de aynı şekilde sahibini etkiliyor ve hatta belirliyor.
Ne var ki akıl burada kendi yasasını
dayatabilir: "Bir şeyin nedeni olan şeye, neden olduğu o şeyin kendisi
neden olamaz!" (Başka bir ifadeyle: "İllet olan şey kendi malûlü için
malûl olmaz.")
Füsus'ul-Hikem
şarihi Ahmed Avni Konuk'un bu yasa hakkında yaptığı yorumun nazar-ı dikkatten
kaçmasına izin vermeyelim:
Kendisi,
Tecellî İlmi'nin aklın bu hükmünü feshettiğini söyler; ve zikredeceği misâlin,
Batılıların skolastik tabir ettikleri kıyl u kal cinsinden olmayıp bir
hakikat-ı zahire olduğunu bilhassa belirtir:
Zikrettikleri
misâli, kendi ifadeleriyle aynen aktarıyorum:
— "Bir
hattatın yazdığı levhanın illeti o hattatın vücududur. Zira hattatın vücudu
olmasa o levha mevcud olmaz idi. Binaenaleyh hattatın vücudu illet ve levhanın
vücudu da o illetin malûlüdür. Fakat o kimsenin nisebinden bir nisbet olan
hattatiyet [hattatlık] sıfatı olmayıp da bu sıfat ondan bir levha yazıp izhar
etmesini lisan-ı isti'dad ile taleb etmese, o şahıstan bu levha zuhûra
gelmezdi. Şu hâlde levhanın icadına sebep olan şey kendi mucidinden vücudunu
taleb etmesidir. Bu surette levha malûl iken, emr-i ızharın (tecellînin) illeti
olur; ve bu vechile illet olan hattatın vücudu, emr-i ızharda kendinin illeti
olan levha-i malûlün illeti olmuş olur. (Yani hattatın vücudu emr-i ızharda malûl
ve hem de levhanın icadına illet olduğu gibi, levhanın vücudu dahi hem illet ve
hem de malûl olur.)"
Keşke daha
anlaşılır bir Türkçe kullansaydı diye düşünüyorsan ey talib, dikkat et, çünkü
sözün özü şu:
Bir şeyin
nedeni olan şeye, neden olduğu o şeyin kendisi pekâlâ neden olur.
Dilersen,
aynı hakikati, seni etkileyeceğini bildiğim bir Alman düşünürden de
aktarabilirim; Martin Heidegger'den...
— "Der
Künstler ist der Ursprung des Werkes. Das Werk ist der Ursprung des Künstlers.
Keines ist ohne das andere." (Sanatçı eserin sebebidir. Eser de sanatçının
sebebidir. Biri olmaksızın diğeri olmaz!)
* * *
Demek oluyor
ki cilve ve tecellinin bilgisini her şeye rağmen akıldan değil, aksine şehvet
ve öfkenin özünden temin edeceğiz.
Masumiyeti
bize günahlarımız öğretecek. Güya sultanı olduğumuz şu ağ! Gerçekte varlık
sebebimiz.
http://www.derindusunce.org/2009/06/23/cift-yarik-deneyi-dr-quantum/
Şimdi
izin verirseniz biraz da kuantum mekaniğinin ne olduğundan söz etmek istiyorum.
Ünlü çift yarık deneyini anlatalım. Kuantum mekaniğine göre ışık foton adı
verilen parçacıklardan oluşmaktadır. Tek renkli bir ışığın fotonlarını tek tek
gönderebilen bir ışık kaynağının önüne çift yarıklı bir levha konuyor. Çift
yarığın ardında da bir ekran var. Fotonlar ekrana ayrık birer olay olarak
ulaşmakta ve sanki sıradan parçacıklarmışçasına ayrı ayrı
saptanabilmektedirler. Kuantum davranışındaki gariplik ise şu noktada ortaya
çıkmaktadır: İki delikten birini açtığımızda fotonları beklediğimiz bölgelerde
bulabiliyoruz. Fakat iki yarığı da aynı anda açık tutarak fotonları
yollarsak fotonları tek yarık açıkken bulduğum bölgelerde bulamıyorum.”Fotonun
yapmayı seçebileceği iki olası şey her nasılsa birbirini götürmektedir. Bu tarz
bir davranışa klasik fizikte rastlamak mümkün değildir. Ya birisi olmaktadır
ya öbürü; olması mümkün olan (önünde bir engel bulunmayan) iki olası
şeyin ikisini de aynı anda elde edememektesiniz,çünkü bir birlerini yok etmek
için her nasılsa birbirlerine tuzak kurmaktadırlar.
Kuantum kuramına göre bu deneyin sonucunu şu şekilde
açıklamaktayız: Foton, kaynakla ekran arasında seyir halindeyken içinde
bulunduğu kuantum hali, yarıkların birinden ya da diğerinden geçmesiyle
belirlenen durum değil, daha çok ikisinin karmaşık sayılardan oluşan
çarpanlarla oranlanan gizemli bir birleşimidir....
Buna göre her iki seçeneğin de önlerindeki çarpanların karmaşık
sayı olması önemlidir. Birbirini götürmelerinin meydana gelmesinin nedeni
budur. Belki fotonun davranışını seçeneklerden birini ya da diğerini yapma
olasılığı cinsinden açıklayabileceğiniz,bu yüzden W ve Z çarpanlarının reel
sayılardan oluşan olasılık çarpanları olması gerektiğini düşünebilirsiniz.
Ancak bu yorum doğru değildir. Çünkü W ve Z karmaşıktır. Kuantum mekaniğine
göre bu önemli bir noktadır. Kuantum parçacıklarının doğasındaki dalga
özelliğini,seçeneklere ait " olasılık dalgaları" cinsinden
açıklayamazsınız. Bunlar seçeneklere ait karmaşık dalgalardır. Buna göre
karmaşık sayılar hem eksi bir sayının karekökünü, hem de bildiğimiz reel
sayıları içeren sayılardır. Genel olarak karmaşık sayı, sadece gerçel(reel)
sayılarla sadece sanal ( imajiner) sayıların bir birleşimidir;örneğin 2+3 kare
kök(-1)=2+3i.. Kuantum kuramının temellerinin inşasında bu sayıların da işin
içine girmiş olması,insanların zihninde,bu kuramın soyut ve anlaşılmaz türden
bir şey olduğu kanaatinin uyanmasına yol açmaktadır. Halbuki karmaşık sayıları
bir kez benimsediğinizde,hele bir de Argand diyagramından yararlanarak türlü
işlemler yapmaya da alıştıysanız,artık sizin için hayli somut nesneler durumuna
gelmektedirler. Böylelikle siz de eskisi kadar aldırış etmemeyi öğrenmiş
olursunuz.
Ne var ki kuantum kuramı,karmaşık sayılardan oluşan çarpanlarla
oranlanan kuantum hallerinin üst üste binmesinden ibaret değildir. Şu ana dek
yalnızca U ile gösterdiğim kurallar bütününün uygulandığı kuantum seviyesinde
kaldık. Bu seviyede sistemin hali,mümkün olan bütün seçeneklerin karmaşık
çarpanlarla oranlanarak üst üste binmesinden meydana gelmiştir. Kuantum halinin
zaman içendeki gelişimi üniter gelişim (ya da Schrödinger gelişimi) adıyla
bilinir ki,U ile temsil edilmeye çalışılan asıl şey de budur. U’nun önemli bir
özelliği lineer olmasıdır. Yani iki halin üst üste binmiş hali daima, zamana
göre sabit karmaşık çarpanlarla oranlı olarak üst üste binmeleri şartıyla,aynen
iki halden her birinin gelişimi gibi gelişmektedir. Söz konusu lineerlik
Schrödinger Denklemi’nin en başta gelen özelliğidir. Kuantum seviyesinde,karmaşık
çarpanlarla oranlanarak üst üste binme durumu daima mevcuttur.
Öte yandan bu olayı klasik seviyede büyüttüğünüzde bütün kuralları
değiştirmiş olursunuz. Klasik seviyeye büyütmekten kastım,üstteki U
seviyesinden alttaki C seviyesine geçiştir. Söz gelimi ekranda beliren bir
noktayı gözlemlemekle yaptığımız şey, fiziksel olarak böyle bir duruma karşılık
gelmektedir. Küçük ölçekte meydana gelen bir olay,klasik seviyede gerçek olarak
gözlenebilecek daha büyük ölçekli bir olay meydana getirmek üzere fitili
ateşlemektedir. Starndart kuantum kuramıyla çalışanlar bu noktada,tombaladan
çıkarırcasına,kimsenin pek fazla sözünü etmek istemediği bir şey ortaya
atarlar. Bu şey dalga fonksiyonunun çökmesi veya hal vektörünün indirgenmesi
olarak bilinir. Bu yönteme karşılık olarak R harfini kullandım. Bu noktada
yaptığımız şey üniter gelişimle ilgili olarak yapılandan tamamıyla
farklıdır.İki seçeneğin üst üste bindirilmesi amacıyla iki karmaşık sayıya
bakar ve modüllerinin karesini alırsınız; yani Argand düzleminde her iki
noktanın merkez noktasına olan uzaklıklarının karesini hesaplarsınız. Böylece
kareleri alınan bu iki modül, iki seçeneğe ait olasılıkların oranını verir.
Ancak bu yol, yalnızca “bir ölçüm yapmanız”,bir başka deyişle,”bir gözlem
yapmanız” durumunda geçerlidir. Burada izlenen yol,olayın U seviyesinden C
seviyesine büyütülmesi olarak düşünülebilir.İşte bu aşamada kuralları
değiştirmiş olursunuz. Artık lineer tarzda üst üste binmeler geçerli değildir.
Bir de bakmışsınız,bu modüllerin karelerinin oranı size vere vere olasılıkları
vermiştir. Belirlenmezciliği işin içine bulaştırdığınız tek yer işte bu U
seviyesinden C seviyesine geçiş aşamasıdır. Yani belirlenemezcilik R ile
birlikte devreye girmektedir. U seviyesinde kalındığı sürece her şey belirlenircidir.
Kuantum mekaniği yalnızca,”ölçüm yapma” denilen işlemi gerçekleştirmeniz
durumunda belirlenmezci bir hal alır.
Standart kuantum mekaniği kapsamında işler işte bu sistem
dahilinde yürümektedir. Temel sayılan bir kuram için bu, bir hayli tuhaf bir
sistemdir. Eğer daha temel seviyede başka bir kuramı hedef alan bir yaklaşıklık
hesabından ibaret olsaydı, böylesi belki daha çok akla yatardı. Oysa bu melez
yöntem bütün uzmanlarca zaten başlı başına temel bir kuram olarak
görülmektedir!
Şimdi yeniden karmaşık sayılara dönelim. İlk bakışta insana boş
boş oturan soyut şeylermiş gibi gözükseler de,modüllerinin karelerini alır
almaz olasılık değerine dönüştüklerini görürsünüz. Aslına bakılırsa çoğu kez
sağlam bir geometrik yapıları vardır. Anlamlarına daha iyi vakıf olabilmeniz
için size bir örnek vermek istiyorum. Ancak önce kuantum mekaniği hakkında
birkaç şeyi daha hatırlatacağım. Dirac parantezleri adıyla bilinen şu acayip
görünüşlü ünlü parantezleri kullanacağım. Bu parantezler,sistemin halini
belertmek için basit birer gösterimdir. IA> gösterimini kullanmakla,sistemin
A ile belirtilen kuantum halinde olduğunu anlatmaya çalışmaktayım. Yani
parantez içindeki ifade kuantum halinin bir gösteriminden ibarettir. Çoğu zaman
sistemin tümünün kuantum mekaniksel hali Psi ile gösterilir. Bu, sistemin diğer
hallerinin bir üst üste binmesidir... Kuantum mekaniğinde sayıların kendi
büyüklükleriyle,oranlarıyla ilgilendiğimiz kadar ilgilenmiyoruz. Kuantum
mekaniğinde şöyle bir kural vardır: Kuantum halini bir karmaşık sayıyla
çarpmanız (bu karmaşık sayı sıfır olmadığı sürece) fiziksel açıdan durumu
değiştirmeyecektir. Bir başka deyişle,bizim için fiziksel açıdan doğrudan
anlamı olan tek şey bu karmaşık sayıların oranıdır. R işin içine girdiğinde
peşin olduğumuz şey olasılıklardır,bu amaçla modüllerin karelerinin oranına
ihtiyacımız vardır. Ama kuantum seviyesinde kalsak ve bu karmaşık sayıların
modüllerini hesaplamasak dahi,oranlarına belli bir anlam yükleyebiliriz. Riman
küresi,karmaşık sayıları bir küre üzerinde temsil etmenin bir yoludur. Daha
doğrusu burada sadece karmaşık sayıların kendileriyle değil, oranlarıyla da
ilgilenmekteyiz. Oranlar söz konusu olduğunda dikkatli olmak zorundayız.çünkü
paydadaki sayı sıfır olduğunda oran sonsuzlaşır. O yüzden biz bu sonsuzluk
durumunu da göz önüne almak zorundayız. Sonsuzluk durumuyla birlikte bütün
karmaşık sayıları,bu yakışıklı izdüşüm yardımıyla bir küre üzerine
yerleştirebiliriz. Burada Argand düzlemi,küreyi kürenin ekvatoru konumunda
bulunan birim çember seviyesinde kesen ekvator düzlemidir. Hiç kuşkusuz,ekvator
düzlemi üzerinde bulunan her noktayı,kürenin güney kutbuna göre izdüşüm alarak
Riemann küresi üzerine izdüşümleyebiliriz. Bu izdüşüm işlemi sonucunda Riemann
küresinin güney kutbu,diyagramdan da anlaşılabileceği gibi,Argand düzlemine
göre ‘sonsuza karşılık gelen nokta’dır.
Eğer bir kuantum sisteminin seçenek olarak iki hali varsa,bu
ikisini birleştirmek suretiyle oluşturulabilecek değişik haller bir küre ile
betimlenir. Bu aşamada bu soyut bir küredir. Ancak onu gerçek anlamda
görebildiğiniz kimi durumlar da yok değildir. Aşağıdaki örnek benim çok
sevdiğim bir örnektir. Şayet elimizde elektron,proton veya nötron gibi spin-1/2
parçacığı varsa,bunun kuantum spin hallerinin türlü bileşimlerini geometrik
olarak canlandırabiliriz. Spin-1/2 parçacıkları iki farklı spin halinden
birisinde bulunabilirler Bunlardan birisi dönme vektörünün yukarı doğru,öteki
aşağı doğru olduğu hallerdir.(s: 81) Bu spin hallerinin türlü bileşimleri bir başka
eksen etrafında dönme durumuna karşılık gelir. Eğer bu eksen yerini öğrenmek
isterseniz,w ve z karmaşık sayılarının oranını alırsınız ki bu da size u= z/w
gibi bir başka karmaşık sayı verir. Bu yeni u sayısını Riemann küresi üzerine
yerleştirdiğinizde,bu karmaşık sayının merkezden itibaren işaret ettiği
yön,size spin ekseninin yönünü verir. Görüyorsunuz ki, kuantum mekaniğinde
karşımıza çıkan karmaşık sayılar, ilk bakışta göründükleri kadar soyut şeyler
değillerdir. Kimi zaman bulup çıkarması zor olsa da aslında oldukça somut
anlamları vardır. Örneğin bir spin-1/2 parçacığı için taşıdıkları anlam apaçık
kendini göstermektedir.
Spinli parçacıklara ilişkin olarak yapılan bu inceleme, aslında
bize başka bir şey anlatmaktadır: Aşağı spin ve yukarı spin hallerinde bir
keramet yoktur. Canımın istediği ekseni sola sağa öne veya arkaya seçmekte
serbestim;hiçbir şey değişmeyecektir. Demek oluyor ki (seçilen iki spin hali
birbirine zıt yönlü olduğu sürece)hangi iki halle işe başladığımızın önemi
yoktur. Kuantum mekaniğinde işleyen kurallara göre hangi spin haline adım
atarsanız atın, ilk ikisi kadar geçerlidir. Bu örneğin anlatmaya çalıştığı şey
budur.
Roger Penrose, Büyük, Küçük ve
İnsan Zihni, Sarmal Y s: 35-82
Bilgisev tarafından Salı, 15/04/2008
- 22:03 tarihinde gönderildi.
Kuantum kuramının getirmiş olduğu
yeni bakış açısı klasik fizik kavramlarına ters düşen bir yaklaşım içerir. Bu
yeni bakış açısı yeni bir paradigma olarak görülmelidir. Yeni paradigmalar ise
ancak eski paradigmaların geçersiz veya yetersiz oldukları durumlarda ortaya
çıkarlar.
Eski (klasik fizik dünya görüşü)
paradigmaları hangi noktalarda yetersiz kalmıştır? Bu soruyu yanıtlamak için 18
ve 19. yüzyıllarda ortaya atılan birtakım varsayımlara bakmak gerekir. Bu
varsayımlar sanki birer “evrensel gerçek” oldukları inancı içinde tüm dünyada
ve özellikle bilim çevrelerinde kabul görmüşlerdir.
Esas itibariyle 4 adet temel varsayım
vardır. 1. Nesnellik (objectivity), 2. Pozitiflik (pozitivism), 3.
Yerellik (locality) ve 4. İndirgeyicilik (reductionizm).
Nesnellik: Evrenin birbirlerinden kopuk nesnelerden oluşmuş
olduğu varsayımı. Böylece nesneleri çevrelerinden yalıtıp inceleyerek
özelliklerini belirlemenin mümkün olduğu inancı.
Pozitiflik:
Evrenin ölçülebilir olduğu varsayımı. Böylece her türlü bilimsel yaklaşımın
sayılara dökülerek ifade edilebileceği inancı.
Yerellik:
Etkileşimlerin sadece yerel nedenlere dayalı oldukları varsayımı. Böylece
uzaktan ve anında etkilerin bulunamayacağı inancı.
İndirgeyicilik:
Nesneleri anlamak için onları bölüp parçalamanın gerekli olduğu varsayımı.
Böylece en temel yapı taşlarına ulaşılabileceği inancı.
Günümüzde tüm bilimsel çabalar bu
dört varsayıma dayanarak sürdürülüyor. Bu yaklaşım teknik ve teknolojinin
gelişmesinde büyük yarar sağlamıştır. Bu yarara bakarak bilim çevrelerinde
büyük bir özgüven gelişmiş ve bu varsayımlar tartışılmaz tabulara
dönüşmüşlerdir.
Oysa ki tüm çabalara rağmen ve elde
edilmiş birçok başarıya rağmen bu varsayımların geçersiz olduklarını ileri
süren bir fizik kuramı gelişmiş ve deneysel olarak da doğruluğu defalarca
kanıtlanmıştır. Bu kuram Kuantum Kuramıdır.
Bu kurama göre yukarda belirtilen 4
varsayımın her biri tartışılır hale gelmiştir. Nesnellik varsayımı Kuantum
kuramında geçerli değildir. Her nesne aynı zamanda dalgasal bir yapı olduğundan
artık birbirlerinden kopuk ve bağımsız nesnelerden söz edilemez.
Pozitiflik varsayımı da tartışma
konusudur. Kuantum kuramına göre gözleyen ve gözlenen birbirinden ayrı ve
bağımsız değildir. Bu etkileşim bağımsız ölçüm yapmayı da şüpheli hale dönüştürmüştür.
Mikro alemde ölçüm yaparken ölçülen nesne özellik değiştirmekte ve bu bakımdan
ele geçen veriler o nesneyi tanımlamakta yetersiz kalmaktadırlar. Aynı sorunla
insan-insan ilişkilerinde de karşılaşıyoruz.
Yerellik varsayımı Newton fiziğinde
de yoktur. Kuvvetler uzaktan ve anında etki edebilmektedirler. Daha sonra
Einstein ışık hızının bir üst limit hız olduğunu iddia ederek yerellik
varsayımını güçlendirmiştir. Ancak etkilerin ışık hızından daha yüksek hızlarda
oluşabileceği ve bütünsel ilişkilerin bulunabileceği Kuantum kuramı tarafından
ileri sürülmüş ve deneylerle kanıtlanmıştır. Bu kurama göre “Eğer bir yapı
başlangıçta bir bütün oluşturmuş ise, o yapıyı parçalasanız dahi parçalar
arasında etkileşim yerel olmayan bir biçimde devam eder.” Bu görüş hem
nesnellik varsayımını hem de yerellik varsayımını yıkmaktadır.
Böylece son varsayım olan
indirgeyicilik varsayımı da yıkılmaktadır. Çünkü bir bütün istendiği kadar
parçalara bölünüp indirgensin yine de parçalar arası iletişim, ışık hızından
daha hızlı bir şekilde gerçekleşmeye devam etmektedir.
Bu durumda artık eski varsayımlar
yetersiz kalmakta olup yeni bir dünya görüşünün gerekli olduğu ortaya
çıkmaktadır. Zaten günümüzde var olan dünya sorunları göz önüne alındığında
yeni bir paradigmanın gerekli olduğu da kaçınılmaz olarak belirmektedir.
Sonsuzluk üzerine uzun yıllar
düşünmüş olan ve sonunda kafayı üşütüp tımarhaneye düşmüş olan Alman
matematikçi Georg Cantor sonsuzluğu iki sınıfa ayırır. 1. Sayılabilen sonsuzluk
ve 2. Sayılamayan sonsuzluk. "Sayılabilen sonsuzluk sonsuzluk
değildir", demeyin. Tam sayılar dizisi sonsuzdur ama o dizinin her üyesi
belirlidir ve bir önceki tam sayıya 1 eklenerek oluşur. Bu bakımdan önceden belirli
bir kurala bağlı olarak oluşan sonsuzluğa "sayılabilen sonsuzluk"
denir.
Eğer hiç bir kurala bağlı değilse o
zaman o tür sonsuzluk sayılamaz. Örneğin, pi sayısı 3.14156... şeklinde sonsuza
kadar uzar gider. Fakat bu sayının kesir kısmında hiç bir kural yoktur. Yani,
bir sonraki sayıyı bilmek mümkün değildir. Kök içinde 2 sayısı da Altın Oran
sayısı 1.618034..da öyledirler. Bu tür sayılar doğanın temel sayılarıdır.
Bunlara irrasyonel sayılar denir.Yani doğanın kökeninde sonsuzluk, daha doğrusu
hudutsuzluk, vardır ve bu irrasyonel sayılar bu sayılamayan sonsuzluğu
belirtirler. İrrasyonel sayılar iki tam sayının bölümünden oluşmazlar.
İrrasyonel sayılarda bir karmaşık
yapı bulunmaktadır. Doğadaki karmaşayı sergileyen en güzel matematik kuram Kaos
(Karmaşa) kuramıdır. Günümüzde, basit diferansiyel denklemlere dökülemeyen
olayları fraktal geometrisi ile açıklamaya çalışan yeni bir ‘Karmaşa (Kaos)
bilimi’ gelişmek üzeredir. Karmaşa deyince sonucu tahmin edilemeyen, hiçbir
bilgisayarın çözemeyeceği kadar girift matematik gerektiren doğa olayları akla
geliyor. Oysa ki sayıların renklere dönüşümü sayesinde çok karmaşık bir gelişim
sürecini, bütüncül olarak, tek bir dinamik resim olarak izleyebilmekteyiz.
Fraktal geometride incelenen nesnenin veya olayın boyutu önemli değildir. Bu
bakımdan fizik alanında kullanılabileceği gibi biyolojide de kullanım alanı
bulacaktır. Bugün için sanat alanı olarak kabul edilen fraktal geometrisi
gelecekte iklim biliminde, biyoloji ve genetik biliminde, tıpta, hatta
ekonomide bile uygulama alanları bulacaktır.
Bir ağaç büyürken bir anda belli bir
noktadan budak verir ve bu budak yeni bir dalın oluşumunu başlatır. Dal
büyürken yine belli bir anda olay tekrarlanır ve yeni bir budaktan yeni bir dal
oluşur. Bu dalların ortaya çıkışı zaman içinde yavaş bir şekilde oluştuğundan
hepimizin gözlemlediği bir örnek olarak kavranması nispeten kolay bir olgudur.
Eğer aynı oluşumu hızlandıracak olursak ‘çatallaşma’ olayı sayesinde
anlaşılması ve kavranması çok daha güç olan karmaşık olayların ve yapıların da temeline
inmiş oluruz.
Fizik kuramlarında kullanılan ve
“sabit” olarak tanımlanan sayıların hiç biri tam olarak sabit değildirler.
Planck sabiti h, ışık hızı c veya e ile pi sayıları da sabit değildirler. Onlar
kaos içerirler. Her biri sonlu fakat hudutsuzdur.
Genel Görelilik kuramına göre evren
de sonlu fakat hudutsuzdur. İşte bu "sonlu fakat hudutsuz" olma
özelliği irrasyonel sayıların da özelliğidir. İrrasyonel sayılar
0,1,2,3,4,5,6,7,8,9 sayılarından (rakkamlarından) oluştukları için sonludurlar çünkü
tanımlıdırlar, fakat hudutsuz olarak uzayıp gittiklerinden hudutları yoktur.
"Sonsuz"
ile "Hudutsuz" aynı kavram değildir.
"Sonsuz" kavramı ikiye
ayrılır. 1. Sonsuz büyük ve 2. Sonsuz küçük.
Matematikte herhangi sonlu bir sayıyı sıfıra bölerseniz sonuç sonsuz çıkar. Bu
kavramı nesnelere uygularsak, bir sonlu nesneyi (cismi) küçük parçalara
ayıralım. Eğer bu ayırımı (bölümü) sonsuz kere tekrarlarsak sonuçta hiç bir şey
kalmaz (sıfıra dönüşür). Yani nesne yok olur. Hani hiç bir şey vardan yok
olmazdı? Demek ki yokluk kavramı bir utopyadır. Hayal ürünüdür. Gerçekte yokluk
yoktur. Çünkü var olan yok olamaz (Lavoisier). Ancak dönüşür. Şekil değiştirir.
Madde enerjiye dönüşür ama enerji yok olmaz.
Ortaya çıkan bir diğer sonuç da
"sonsuzu veya sonsuzluğu elde etmek için sıfırdan geçmek mümkün."
olduğudur. Bu sözde geçen "sıfır" kavramı matematik sıfır olmayıp
fiziksel "yokluk" da değildir. Burada kast edilen "sıfır"
boşalma, kendini terk etme, teslimiyet, kavramları ile ifade edilebilir.
"Gerçekte yokluk yoktur", dedim.
Bu durumda varlık olabilir mi? Çünkü varlık-yokluk (ikilemi) birbirlerine zıt
iki kavram olup, birbirlerini tamamlarlar. Nasıl ki aydınlık kavramını
düşünmemiz için karanlık kavramı gerekli ise, varlık kavramını düşünmemiz için
yokluk kavramı gereklidir. Fakat gerçekte hem varlık hem de yokluk bizim
indirgemeci mantığımızın ürünüdür. Var olan döngüdür. Varlık ile yokluk
birbirlerini üretirler. Yani birbirlerine muhtaçtırlar. Bu durumu ikilemli
mantık sistemi ile kavrayamayız.
"Dikotomi" denilen yaklaşımla
"varlık-yokluk" ikilemini çözemeyiz. Her ikisinin birliğine ulaşmamız
gerekir. Buna eskiler "Ehad" (teklik) derlerdi. Ancak
"ehad" "bütünsel teklik" anlamını taşır. Nesnelerin tekliği
ise "vahit" sözü ile ifade edilir. Varlık ehaddır. Biricik tektir ve
bütünseldir. Varlık parçalara ayrılamaz. Tek tek görülen nesneler varlıktan
ayrı ve kopuk değildirler. Varlığın bir titreşimi, bir frekansi olarak
değerlendirilmeleri gerekir. Ayrı gibi görünen nesneler varlığın farklı
titreşimleridir.
Şu halde varlık enerjidir. Çünkü
enerjinin yapısı dalgasal olup her dalganın bir frekansı vardır. Enerji
titreşen varlıktır. Her nesne enerji olduğuna göre, her nesne titreşen
varlıktan başka bir şey değildir. Enerji yok olamayacığana göre enerjinin hiç
bir zaman "sıfıra dönüşemiyeceği" de apaçık aşıkardır. İşte enerjinin
sıfır olamıyacağını söyleyen bilim dalı "Kuantum fiziğidir". Çünkü
enerjinin küçük paketler halinde aktarılacağını söyler ve bu paketlerin asla
daha küçük parçalara ayrılamıyacağını iddia eder. E = h.f denklemi bu
söylediklerimin matematik ifadesidir.
Artık modern bilim varlığın bölünmez
bütünsel bir teklik olduğunu kabul etmektedir.